Halide Nusret Zorlutuna'nın 1923 yılında işgal dönemi İstanbul'a mülteci olarak gelmiş Ruslar ile ilgili yazısı. Bu yazı Arap harfli Osmanlı Türkçesinden Latin harfli Cumhuriyet Türkçesine aktarılırken çağdaş Türkçenin yazım kurallarına göre aktarılmıştır.
Halide Nusret Zorlutuna'nın 1923 yılında işgal dönemi İstanbul'a mülteci olarak gelmiş Ruslar ile ilgili yazısı. Bu yazı Arap harfli Osmanlı Türkçesinden Latin harfli Cumhuriyet Türkçesine aktarılırken çağdaş Türkçenin yazım kurallarına göre aktarılmıştır.
"Bedbaht İstida Celal Sahir Beyefendi'ye:
Hanımlarımızın Rus kadınları hakkında hükümete verdikleri istidadan bahsederken, ben de kelimelerinizi kullandım:
Bedbaht istida! dedim. Fakat büsbütün başka bir maksatla! Hakikaten, bu ne bahtsız, ne talihsiz bir kağıtmış ki itirafında “hiç de müstahak olmadığı” bin muhaveze, bin itiraz topladı...
Benim bu istidada imzam yok. Hükümete böyle bir istida verilmiş olduğunu gazetelerde okuduğum zaman, kendi kendime: -Pek geç! Demiştim, benim de itirazım bu olmuştu.
“Ruslar bir humma, bir kolera gibi memleketimizi istila ettikleri ilk günlerde acaba bu hanımefendiler nerede idiler?” diye adeta dudak büküyordum. Fakat düşünmeden edilen her itiraz gibi benim bu kof muâhezem de çabucak söndü. Yine kendi kendime düşündüm ki: O zaman da Istanbul’da bizim hâkim bir hükümetimiz yoktu; derdimizi işgal kuvvetlerine anlatıp onlardan çare istemek, gülünç olmaktan başka neye yarardı? Hâkim onlardı. Biz kolları bağlı, gözleri bağlı bir mahkum vaziyetinde idik... O zaman gözyaşlarını içlerine akıtan bu asil ve dür-endiş Türk kadınları, iste ilk fırsatta, beniyye-i içtimaiyemizi kemiren bu mikrop için bir çare aramaya kalktılar...
Memafih bu ikinci ve doğru kanaatimden sonra.da ben, Rus meselesine karışmak niyetinde değildim. Hanımlarımızın, başladıkları işi nihayete erdireceklerine inanıyordum; fazla yardıma ihtiyaçları yoktu. Bu itirazları, bu muahezeleri hiç hesap edememiştim...
Nihayet sizin bedbaht makale... şey... Pardon, "bedbaht istida”nız, beni hiç girmek istemediğim bu yola sürükledi, Sahir Bey.
Önce bazı hanımlar, ya muhakesiz, şuursuz ve bi-faide bir misafirperverlik, yahut da taşkın ve her taşkın şey gibi lüzumsuz hatta muzır, bir rikkat-i kalp eseri olarak Rusları müdafaa etmişlerdi. Bazıları da bunu doğrudan doğruya bir izzet-i nefs meselesi haline koyarak sinirlendiler: Fakat ne boş fikir!...
Rus kadınlarının yıktığı ocakları, bu sarı hummaların yaktığı Türk çocuklarını görmemek için Istanbul’da gözleri kapalı gezmek icap ederdi, Sahir Bey! Sonra da siz nasıl oluyor, bilemem? — “Rus kadınlarının bu tesirleriyle malûl olmus Türk gençlerinin, fakir ve sefil olmuş Türk zenginlerinin istidada bahsolunan müthiş kalabalığından birkaç misal olsun niçin görüp işitmedik?” diyorsunuz.
Bilirsiniz ki “Türk zengini” cok değildir. Keşke baska unsurların olduğu gibi, bizim de yalnız servetimiz, yalnız paramız gitseydi... O vakit bu kadar içinden yanmazdık.
İhtiyar pederleri silahla tehdit edip yüreklerine indirerek dul annelerin son sıgındiğı catıyı satıp onları sokakta bırakarak tedarik edilen paralardan, büyükanne sandıklarından çalınmıs — çok feci, değil mi?....antika saatlere kadar her şey, Türk servetinin son lokmaları, evlatlarımızın hazine-i ahlakıyla beraber, Rus ihtirasına kurban gitti...
Ben, hırsızlığa, cinayete, intihara kadar inmiş, ne pırlanta gibi aile cocuklarını biliyorum... Ben, ki hayatla cok teması olmayan bir genç kızım; ben bunları duyar ve bilirsem, Sahir Bey, siz nasıl bütün bu felaketlerimizden bihaber kalırsınız?
Ben de şüphesiz.. “Rusların hepsi fenadır.” demek istemiyorum. Böyle bir iddia gülünç olur. Ruslar elbette sanatkâr bir millettir. Hayranı olduğumuz Rus musikisi hayranı oldugunuz Rus edebiyatını ve temasasını ben de takdir ediyorum. Fakat bütün bu güzel şeylerden bu davetsiz misafirlerimiz bize ne verdiler? Onu bilmiyorum. Muhakkak olan bir şey varsa, Rus sefahetinin Istanbul’a muzır bir içki gibi tesir ettiğidir! "Rus Edebiyatı” "Rus temaşası” iyi, hoş ama, Florya’daki "Rus temaşası” genç Türk coçukları için hiç de faydalı bir temaşa olmasa gerek.
Eski Istanbul hükümetinin yegâneliğini ve işgal önündeki acizliğini söyledikten sonra “milli hükümetimizin ahlaksızlıkla mücadeleye başlarken yapacağı ilk iş dokuz on bin memleket yetimini kovmak olduğuna kani değilim.” diyorsunuz.
Onlara o kadar çok mu acıyorsunuz efendim? Ben kadınım; hem de her ızdırap karşısında gönlü sızlayan kadınlardan biriyim; fakat üzüntülerimize ağlamaktan, yabancı memleket yetimlerine ağlamak icin gözümde ykayaşlmamış zannederim. Müreffeh ve mesut bir millet icin, aç ve muzdarip herhangi bir insana yardım etmek vazife-i insaniyettir; mesela Amerikalılar, bedbaht Ruslara kollarını açmakla büyük bir vazife-i insaniye ifâ etmiş oluyorlar; fakat biz? Bizim kendi yetimlerimiz öyle çok, öyle çok, öyle çok ki... Anadolu’nun her avuç toprağı bir Türk arslanının kanıyla yoğuruldu. Ve her avuç kan bize aç ve çıplak bir aile bıraktı! Celal Sahir Bey Efendi, siz bunları elbette benden iyi biliyorsunuz.
Muhterem S. (Sin) C. Hanım Efendi kimdir, bilmiyorum; belki de ismi olup cismi olmayan hanımlardan biri... Doğrusu ben onun yerinde olaydım, bir fikri müdafaa veya bir fikre itiraz ederken -eğer ismim kafi derecede malum değilse- mevzu adresimi de gazete ile neşretmeyi unutmazdım!
Meçhule hitap etmek adetim olmadığı için kendilerine bir şey söylemedim. Hatta... Yazılarını merak edip okumadım bile. Yalnız, sizin makalenizden anladım ki “Rus kadınlarının buradan teb’idini isteyecek yerde, ergenlerimize söz geçirmeye çalışmak istikbal icin daha emin bir çaredir!” fikrinde imişler: İyi ama, bugün için biraz geç, degil mi? Hem çok geç. Bütün bugünküleri feda etmek, bugünün bütün hastalarını istikbale kurban vermek lazım! Halbuki hükümete istidayı veren şefik Türk anneleri bugünkü çocuklarını feda etmeye de razı olmamışlar, "Zararın neresinden dönülse kardır.” demişlerdi. Son hükmü efkâr-ı umumiyeyi terk ediyorum. ”Süs” bu meseleyi bir “istimzaç” şekline koyarsa, evvelkilerden daha faydalı bir hizmet görmüş olur fikrindeyim."
•Halide Nusret
Halide Nusret, “Bedbaht Istida” (Celal Sahir'in Ruslar hk. makalesine cevap), Süs, Y. 1, nr. 14 (15 Eylül 1339 (1923) s. 7/ 10.
Hatem Türk, Merve Özbayrak, Halide Nusret Zorlutuna Nesirleri, Arı Sanat Yayınevi, 1. Baskı, 2019 İstanbul, s. 254-257
Halide Nusret Zorlutuna, Avnullah Kazimi olarak da bilinen Erzurumlu Mehmet Selim Bey ve Ayşe Nazlı Zorluhan'ın kızı olarak 1901 İstanbul'da doğmuştur. Halide'nin dünyaya geldiği anda babası Sivas'ta siyasi sürgün olarak cezasını çekmekteydi. II. Meşrutiyetten sonra Mehmet Selim Bey özgür kalıp, Kerkük'e mutasarrıf olarak atanmıştır. Halide hanım çocukluk yaşlarında Kerkük'te Farsça, Arapça eğitimi görmüş ve at sürmeyi, silah kullanmayı öğrenmiştir. 1914 yılında İstanbul'a dönmüş ve babasını yitirmiştir. 1919 yılında Türkçe öğretmeni olarak Aşiyan İdadisi'nde iş hayatına girmiş ama Kurtuluş Savaşı'nın başlamasıyla Türk Ocağı ve diğer Ankara yandaşı oluşumlar ile bağlantı kurmuştur. Savaş sonrası 1926 yılında Binbaşı Aziz Vecihi Bey ile evlenmiştir. 1984 yılında göçen Halide Hanım bize dokuz roman, iki anı ve beş şiir kitabı bırakmıştır.